Geçmişten günümüze oyun ve çocuk

Oyunun geçmişi, insanlık tarihinde bilinen en ilkel toplumlara kadar uzanır. Dünyanın birçok yerinde yapılan arkeolojik kazılarda; bebekler, hayvan figürleri, oyun tahtaları, oyun masaları gibi oyuncaklar bulunmuştur. Bugün insan hayatının doğal bir parçası olarak kabul edilen oyun her zaman var olmuştur. Ancak yakın çağlara dek kayda değer bir eylem olarak görülmediği için yüzyıllar boyunca yeterince yazılı kaynağı olmayan bir konu olmuştur. Çeşitli eserlerde dolaylı olarak oyunlardan bahsedilmiştir. Örneğin 12. yüzyılda Kaşgarlı Mahmut, müzik eşliğinde oynayan çocuk oyunlarından; 17. yüzyılda Evliya Çelebi İstanbul Eyüp’teki oyuncak dükkânlarından bahsetmiştir. Yine 17. yüzyılda Dr. John Dee, günlüğünde çocukların evcilik oynadığını ve birbiriyle evliymiş gibi davrandıklarını ve konuştuklarını aktarmıştır. Her ne kadar yaygın olarak önemi anlaşılmamış olsa da ve hatta sıkça “boş iş” ve “vakit kaybı” olarak görülse de Orta Çağ’dan itibaren oyun; hem çocuklara hem de yetişkinlere beceri kazandıran, onları rahatlatmaya yarayan bir uğraş olarak da kabul edilmiştir. 

Özetle diyebiliriz ki, 17. yüzyılın sonlarına dek, sadece oyuna bakış değil çocuğa bakış da bugünkünden oldukça farklıydı. 18. yüzyıldan itibaren, özellikle 19. yüzyılda, sosyal bilinç gelişmeye, insana birey olarak verilen değer artmaya ve doğal olarak çocukluğa bakış da değişmeye başlamıştır. Bugünküne yakın bir “çocuk” tanımına ancak 18. yüzyılda ulaşılmıştır. Bu yüzyılda Locke ve Rousseau gibi düşünürlerin, çocukların eksik ya da yetersiz birer yetişkin olarak görülmemesi gerektiğini, bilakis çocukluğun insan yaşamında çok değerli bir evre ve çocukların da önemli varlıklar olduğu yönündeki görüşleri, yaygın olan çocuk algısının değişmesinde çok etkili olmuştur. İlkokul yaşlarındaki çocukların hayata atıldıkları, aile ekonomisine katkı sağlamalarının beklendiği, âdeta küçük ve kusurlu birer yetişkin gibi kabul edildikleri; oyunun da çocuğun da değersiz görüldüğü günler, 21. yüzyılın dünyasında tamamen geride kaldı demek isterdik… En azından günümüzün gelişmiş ve gelişmekte olan toplumlarında çocukluğun, çocuğun ve oyunun değeri biliniyor. Oyunun sadece boş zamanlarda, iş saatleri dışında ya da okul ve ders dışında yapılması gereken bir uğraş olduğu algısı da hızla yıkılıyor. Artık bugün oyunun, çocukların zihinsel/fiziksel gelişim sürecinde ve eğitimde gerekliliğini kabul eden; oyunun başta çocuklar olmak üzere her yaş için en etkili öğrenme ve rahatlama araçlarından biri olduğunu kavrayan zihniyet yaygınlaşıyor. 

Oyun nedir? 

Oyunu tek bir kısa tanımda ele almak mümkün olmasa da oyunun tarih boyunca bazı bilim insanları ve düşünürler tarafından nasıl yorumlandığına göz atmak oyunu anlamamıza yardımcı olabilir. Oyun, bugün Türk Dil Kurumu tarafından basitçe şu şekilde tanımlanmaktadır: “Yetenek ve zekâ geliştirici, belli kuralları olan, iyi vakit geçirmeye yarayan eğlence.” 

Platon, M.Ö. 370 yılında “Devlet” adlı kitabında çocuk oyunlarının çocuğun öğrenmesindeki önemine değinmiştir. İslam’ın Altın Çağı’nın en önemli doktorlarından, astronomlarından, düşünürlerinden ve yazarlarından biri olarak kabul edilen İbn-i Sina (980-1037), oyunu çocuk için bir ihtiyaç olarak tanımlamış ve çocuğun sosyalleşmesi için oyunu önemli bir araç olarak görmüştür. 16. yüzyılın Fransız yazar ve düşünürlerinden Montaigne (1533-1592) ise oyunu, çocukların en gerçek uğraşı alanı olarak tanımlamıştır. İngiliz filozof John Locke (1632-1704), oyunu içgüdüsel bir etkinlik olarak tanımlamıştır. Locke, derslerin çocuklar için daha çekici hâle getirilebilmesi için oyundan faydalanılması gerektiğini belirtmiştir. 

Fikirleri ile Fransız Devrimi’ni etkileyen Cenevreli yazar ve filozof Jean-Jacques Rousseau (1712-1778), oyunu çocuğun en temel haklarından biri olarak tanımlamıştır. Rousseau, çocuklara sevgi ile yaklaşılmasını ve onların oyun oynamalarına izin verilmesini tavsiye etmiştir. Alman eğitimci ve yazar Fredrich Fröbel (1782-1852), çocuk oyunlarının hayatımızdaki anlamını şu sözlerle ifade etmiştir: “Çocuk oyunları hayatın bir çekirdeğidir. Bütün insanlar orada gelişir, büyür ve insanın en güzel ve en olumlu yetenekleri orada yükselir.” Çocukları yıllarca gözlemleyen İtalyan bilim insanı ve eğitimci Maria Montessori (1870-1952), oyun çocuğun işidir, demiştir. Montessori, yaşamın ilk altı yılını duyarlılık dönemi olarak adlandırmıştır ve bu dönemin oyunla desteklenerek iyi değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir. 

Hollandalı filozof ve tarih profesörü Johan Huizinga (1872-1945), oyunun bir “kültür yapıcı” olduğunu söylemiştir. Bu bağlamda av faaliyetini örnek gösteren Huizinga, avlanmanın arkaik topluluklarda oyun biçiminde ortaya çıktığını, avın kültür olmadan önce oyun olduğunu belirtmiştir. Huizinga, “Dilin yaratıcısı olan zihin, oyun oynayarak maddeyle düşünülen şey arasında sürekli olarak gidip gelmektedir” demiştir ve oyunun karakteristiklerini özetlemiştir: “Her oyun her şeyden önce gönüllü bir eylemdir. Gündelik hayatın içinde bir kesinti, bir rahatlama meşguliyeti olarak gözükmektedir. Fakat oyun düzenli olarak tekrarlanan bu niteliğiyle bile hayata eşlik etmekte, onun bir tamamlayıcısını, hatta bir parçasını meydana getirmektedir. Hayatı süslemekte, onun boşluklarını doldurmakta ve bu bağlamda vazgeçilmez olmaktadır.” Ona göre hayal gücünün unsuru olarak ortaya çıkan her öge(sanatsal ögeler, buluşlar, girişimler…), zihnin oyuna eğiliminin ne denli yatkın olduğunu gösterir. Fizik ve matematik alanında yaptığı çalışmalar sayesinde 1921 yılında Nobel Fizik Ödülü’nü kazanan ünlü bilim insanı Albert Einstein (1879-1955),  oyunu en yüksek araştırma şekli olarak tanımlamıştır.

Soveyt psikolog Lev Vygotsky’e (1896-1934) göre oyun, bilişsel mekanizmaların işlemesine en uygun ortamı sağlar ve çocuğun hayali bir çözüm yaratma sürecidir. Oyun, keşiftir ve yeni bir oluşumdur. Çocuk gelişimi alanında yaptığı çığır açan çalışmalarla bilinen İsviçreli psikolog Jean Piaget’in (1896-1980)  teorisine göre oyun, düşünme ile ortaya çıkan bir üründür. Jean Piaget oyun gelişimiyle zihinsel gelişim arasında yakın bir ilişki olduğunu savunmuştur ve oyunun gelişimini üç farklı evrede ele almıştır: 1. Alıştırmalı oyun(0-2 yaş) / 2. Sembolik oyun(2-7 yaş) / 3. Kurallı oyun (7-12)

Piaget’in alıştırma oyunu yaşamın ilk 2 yılı boyunca baskındır. Örneğin, çocuk elindeki topu düşürür, alır, yeniden düşürür. Bu alıştırma oyunu; çocuğun nörolojik bağlantılarının güçlenmesine, ince ve kaba motor becerilerinin gelişmesine yardım eder. Sembolik oyunlar, nesnelerin kendi işlevi dışında kullanıldığı veya herhangi bir varlığın yerine konularak oynandığı oyunlardır. Süpürge sapının at, masa örtüsünün pelerin, tencere kapağının direksiyon, tavaların müzik aleti olarak kullanılması şeklindeki oyunlar sembolik oyunlara örnek olarak gösterilebilir. Kurallı oyunlar, kuralların belirlendiği ve uygulandığı oyunlardır. Bu oyunlar, çocukların belirlediği kurallarla oynanabileceği gibi daha önceden kuralları belirlenmiş ve yaygın olarak oynanan kurallı oyunlarla da gerçekleştirilebilir. Piaget, oyunu çevreden gelen uyaranları algılama yoluyla bilişsel dengeyi tekrar oluşturma süreci olarak görmüştür. 

Duygusal zekâ üzerine teorileri ile çok ses getiren Amerikalı psikolog ve danışman Daniel Goleman (1946-), oyunu şu şekilde tanımlamaktadır: “Beynimiz, bizi sosyalleşmeye iten bir oyun dürtüsüyle donanmış halde gelir. Bir çocuğun oyunu; tehditler, korkular ve tehlikelerle yüzleşebileceği kendi güvenli alanını hem talep eder hem de yaratır. Oyun, çocuğa korkulan ayrılıkları veya terk edilmeleri yönetmenin doğal bir yolunu ve kendini keşfetme fırsatlarını sunar.”

Erken çocukluk eğitimi dikkate alındığında bütüncül ve tek bir oyun tanımı yapmak çok zordur. Böylesine geniş bir kavramın tüm yönlerinin tek bir tanıma sığdırılması güç olmakla beraber erken çocuklukta oyunun; çocuğun gelişim alanlarına dolaylı veya doğrudan katkı sağlayan, kurallı veya kuralsız, serbest veya yapılandırılmış bir formatta/sürede olan, her koşulda gönüllü katılıma dayanan ve eğlenerek öğrenmeyi teşvik eden bir uğraş olduğunu söyleyebiliriz. 

Oyunun çocuklar kadar yetişkinler için de önemli olduğunu eklemek isteriz. İrlandalı, Nobel ödüllü  yazar George Bernard Shaw (1856-1950),“Yaşlandığımız için oyun oynamayı bırakmayız; oyun oynamayı bıraktığımız için yaşlanırız.” demiştir.

Oyun herkes içindir… Sadece insanlar da değil, hayvanlar da oyun oynarlar. Hayvanlarla, beslenme, uyku… gibi ortak olan yönlerimiz arasında eğlence de var. Nehirde boğuşan su samurlarını, lazer ışıkların peşinde koşturan kedileri veya birbiriyle oynayan köpek yavrularını düşünün. Kendi hayatımızda ve doğada farklı işlevi olan sayısız oyun vardır.

Yukarıda bazı düşünürlerin ve bilim insanlarının oyuna bakış açılarını kısaca aktardık. Elbette, oyunla ilgili çok fazla fikir, tanım ve kuram var. Hepsi ayrı ayrı incelemeye ve okumaya değer çalışmaları kapsıyor. Bugün artan bir şekilde oyunun işlevi ve faydaları üzerine araştırmalar yapılıyor. 21. yüzyılda oyun, her geçen gün hayatın her alanında daha fazla anlam kazanıyor ve eğlenerek öğrenmenin en doğal ve etkili aracı olarak kendine daha fazla yer buluyor.    

Oyun çocuğu hayata hazırlar

Oyun, küçük çocukların temel bilgileri ve becerileri kazanmalarının en önemli yollarından biridir. 1989 yılında Birleşmiş Milletler üyeleri tarafından imzalanan Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 31. maddesinde “Taraf devletler çocuğun dinlenme, boş zamanı değerlendirme, oynama ve yaşına uygun eğlence etkinliklerinde bulunma, kültürel ve sanatsal yaşama serbestçe katılma hakkı sunar.” ifadeleriyle oyunun çocuk için bir hak olduğu vurgulanmıştır. Oyun, çocuk için bir haktır ve Montessori’nin de ifade ettiği gibi onun başlıca işidir. Erken çocuklukta oyunla buluşmak; erken beyin gelişimini desteklemenin yanı sıra çocukların okula ve hayata en iyi şekilde hazırlanmalarına, dünyayı ve çevrelerini keşfetmelerine, öğrenmelerine ve temel becerileri kazanmalarına yardımcı olur. Aynı zamanda oyun oynama deneyimi; çocuğun üzüntü, kaygı, öfke gibi olumsuz hislerden uzaklaşmasına yani bağışıklık sisteminin en büyük düşmanı olan stresten kurtulmasına vesile olur. 

İlk yıllar önemli

Son 30 yılı aşkın süredir yapılan bilimsel araştırmalar, bize insan gelişiminin en önemli evresinin erken çocukluk dönemi (0-6 yaş, diğer adıyla okul öncesi dönem) olduğunu öğretti. Bu yıllarda bilişsel ve duygusal becerilerin (aynı zamanda bilişsel ve duygusal zekânın), fiziksel ve zihinsel sağlığın temeli oluşur. Yapılan araştırmalarda, oyun oynamanın sinir hücrelerinin ve sinirsel bağlantıların (sinaps) gelişmesine katkıda bulunduğu görülmüştür. Sinaps, nöronların (sinir hücrelerinin) diğer nöronlara ya da kas veya salgı bezleri gibi nöron olmayan hücrelere mesaj iletmesine olanak tanıyan özelleşmiş bağlantı noktalarıdır. 

Öğrenme hayat boyunca gerçekleşse de erken çocukluk döneminde öğrenme asla diğer dönemlerle eşit olmayacak bir hızda gerçekleşir. İlk 1000 günde yeterli uyarı ile bir çocuğun beyni, saniyede en az 1000 sinirsel bağlantı (sinaps) oluşturur. Son göstergeler, bu hızın saniyede 1 milyona çıkabileceği yönündedir. Bu bağlantılar, çocuğun kendini güvende hissettiği ve yakın ilgi gördüğü duyarlı, sevgi dolu ve eğlenceli ortamlarda tetiklenir. 

Okul öncesinde, 3 ila 6 yaş arasında çocukların sosyal ve bilişsel becerileri hızla artma potansiyeline sahiptir. Bu dönemde evde veya kreşte çocukların kaliteli erken eğitim ve bakımla buluşması; akranları, ebeveynleri ve öğretmenleri ile etkileşimde bulunarak oyunlar, kitaplar, şarkılar aracılığıyla öğrenmeleri esastır. Okul öncesi yıllarda oyun; çocukların çevrelerindeki dünyayı keşfetmelerini ve anlamlandırmalarını, hayal güçlerini ve yaratıcılıklarını kullanmalarını ve geliştirmelerini sağlar. 

Amerikalı psikolog ve yazar Daniel Goleman, “Odak: Mükemmelliğin Gizli Anahtarı” adlı kitabında, “Okul öncesi çağda yönetim becerilerinin öğretilmesi çocukları okula hazırlamakta, yüksek IQ’ya (bilişsel zekâ) sahip olmalarından veya okumayı önceden sökmelerinden daha fazla yarar sağlar” diyor. Çocukların problem çözme, sorumluluk alma, iletişim kurma, iş birliği yapma, empati kurma gibi yönetim fonksiyonlarının istikrarlı bir biçimde geliştirilmesinde kullanılabilecek birçok yöntem bulunmakla beraber çocuklar söz konusu olduğunda en etkili yöntem onların oyun oynamalarına imkân sağlamaktır. 

Oyun, bilişsel ve duygusal zekâyı geliştirir

Bilimsel araştırmalar; erken yaşta oynamanın, daha sonraki yaşamda daha yüksek zekâ(IQ) ile ilişkili olduğunu ortaya koymuştur. Oyun, sadece bilişsel zekânın gelişimine değil aynı zamanda hayat boyu başarıda en az IQ kadar önemli -ve hatta son yıllarda daha da önemli olduğu- vurgulanan duygusal zekânın gelişimine de katkı sağlar. Bilişsel, sosyal ve duygusal beceriler dâhil olmak üzere tüm gelişim alanlarındaki beceriler oyun yoluyla teşvik edilebilir.

Oyun, anlam bulmaktır

Çocuklar etraflarındaki dünyayı anlamlandırmak ve bilinen bir şeyle bağlantı kurarak anlam bulmak için oynarlar. Oyun yoluyla çocuklar deneyimlerine ilişkin anlayışlarını genişletirler.

Oyun eğlencelidir 

Oyun oynayan çocuklara veya yetişkinlere bakın, genellikle gülümserler ve gülerler. Tabii ki, oyunun da hüsran anları ve zorlukları olabilir (İlk sırayı kim alacak? Neden bu blok yapıyı ayakta tutamıyorum? …) ancak genel olarak oyun eğlencelidir; keyif, sevinç, motivasyon ve heyecan duygularını tetikler. 

Oyun hayal gücünü ve yaratıcılığı geliştirir

Albert Einstein “Hayal gücü bilgiden daha değerlidir.” demiştir. Bilgi de önemlidir ama bizi yeni şeyleri keşfetmeye ve yaratmaya iten güç “hayal gücüdür”. Oyun oynamanın belki de en belirgin faydası, çocuğun hayal gücünü ve yaratıcılığını artırmasıdır. 

Çocuklar; özellikle serbest oyun, sembolik oyun, rol oyunları gibi oyunlar oynarken kendi hayal dünyalarında düşünceler üretip kendi senaryolarını belirlerler. Bu düşünceleri eyleme, şekillere ve sözcüklere dökerek kendilerine özgü dünyalar yaratırlar. Örneğin, bahçede restoran oyunu oynarken bir karton kutuyu masa, yerde buldukları bir tahta çubuğu yemek kaşığı, kozalakları ise öğle yemeği olarak konumlayabilirler. Çocukların hayal dünyaları; sınırsızdır ve onları çevrelerini gözlemlemeye, araştırmaya ve çözüm üretmeye teşvik eder. 

Oyun, öz güveni artırır

Çocuklar, yaratıcı düşünmeyi ve hayal gücünü geliştiren oyunlar oynarken diğer zamanlardan farklı olarak başrol olma ve liderlik etme fırsatı yakalarlar. Aynı zamanda problem çözme becerilerini de geliştirirler. Problemleri çözdükçe, hatalardan öğrendikçe ve tek başlarına karar verdikçe öz güvenleri de artar.

Oyun; kendini ifade etmektir, iletişim kurmaktır

Çocuklar ister tek başlarına ister akranları, öğretmenleri veya ebeveynleri ile oynadıklarında iletişim ve dil becerilerini geliştirirler. Duyduklarını ve gördüklerini taklit ederek öğrenen çocuklar, oyun esnasında hem bildiklerini tekrar ederek hem de çevrelerinden duyduklarını taklit ederek yeni kelimeleri, yeni duyguları ve yeni davranış biçimlerini keşfederler. Tek başınayken de oyuncakları veya hayali arkadaşları ile sohbet ederek iletişim becerileri kazanırlar. Ebeveynlerin, öğretmenlerin veya bakıcıların çocukların oyunlarına sürekli olmasa da düzenli olarak katılmaları; bu oyunlarda çocukların başrol olmalarına izin vererek onların dil gelişimini ve kendilerini ifade etme deneyimlerini teşvik etmeleri önemlidir. Oyun; çocukların fikirlerini iletmesine, sosyal etkileşim yoluyla başkalarını anlamalarına, daha derin bir anlayışa ulaşmalarına ve daha güçlü ilişkiler kurmalarına fırsat tanır.

Oyun, iş birliğini ve empatiyi öğretir

Çocuklar; akranları, ebeveynleri veya öğretmenleri ile oyun oynarken bazen liderlik etmeyi bazen de başkasının kurduğu bir oyuna uyum sağlamayı öğrenirler. Hayali veya yapılandırılmış bir oyunun içinde diğerleri ile iş birliği kurmanın yollarını keşfederler. Çocuklar benmerkezcidir ve daha çok kendi duyguları, istekleri ve taleplerine odaklanırlar. Ancak grup oyunları, onlara adım adım başkalarının duygularını da önemsemeyi öğretir. Böylece her zaman kendi isteklerinin öncelikli olamayacağını, paylaşmanın da önemli olduğunu kavrarlar. Birlikte başarmanın ve birlikte eğlenmenin tadına varırlar. Arkadaşlarının tepkilerini gözlemleyerek empati kurmayı öğrenirler. Kaliteli bir erken çocukluk eğitimi ve bakımı ile buluşabilen çocuklar, ebeveynlerinin ve öğretmenlerinin rehberliğinde iş birliği ve empatiyi öğrenme konusunda daha hızlı yol alırlar.  

Oyun, fiziksel zindelik için gereklidir

Dünya Sağlık Örgütü, çocukların günde en az bir saatini fiziksel aktivitelere ayırmalarını tavsiye etmektedir. Fiziksel aktiviteler, çocukların sadece fiziksel sağlığını değil zihinsel sağlığını da olumlu etkiler. Çocukların, onları harekete geçiren fiziksel oyunlara ihtiyacı vardır. Fiziksel oyunlarla vücutlarını kullanmayı öğrenirken bir yandan da beyinlerini güçlendirirler. Fiziksel oyunlar çocuklara şu konularda yardımcı olur: Refleksleri keskinleştirmek, hareket kontrolü üzerinde pratik yapmak, ince ve kaba motor becerilerini geliştirmek, daha fazla denge geliştirmek, güçlü kaslar inşa etmek, kemik yoğunluğunu iyileştirmek, kardiyovasküler fonksiyonu artırmak…

Oyun mükemmel bir öğretmendir

Oyun, çocuğu hayata hazırlayan ve ona dünyanın bir simülasyonunu sunan bir öğretmen gibidir. Çocuklar oyun yoluyla dünyayı anlayabilecekleri, duygularla tanışabilecekleri, kendi bilgilerini ve deneyimlerini oluşturabilecekleri, hem beyin güçlerini hem de fiziksel güçlerini geliştirecekleri eğlenceli ve bir o kadar da öğretici bir serüvene çıkarlar. Gruplar halinde üretmeyi, sevinmeyi ve bazen üzülmeyi, sevmeyi, affetmeyi, paylaşmayı, müzakere etmeyi, yaratıcı düşünmeyi, problemleri ve çatışmaları çözmeyi, iletişim kurmayı ve kendileri adına konuşmayı oyunlarla keşfederler. 

İlk Eğitim: “Bırakalım oynasınlar, başrol onlar olsunlar!”

Biz ebeveynlere ve okul öncesi eğitim/bakım hizmeti veren profesyonellere düşen en önemli görevlerden biri; çocuklarımızı oyuna teşvik etmektir, onları yaşlarına uygun ve eğlenirken öğrenmelerine vesile olan her tür oyunla bebekliklerinden başlayarak buluşturmaktır, çocuklarımıza sık sık oyunlarda eşlik etmektir ve bunu yaparken onların başrolde olmalarına izin vermektir, onların hayatı oyunlarla keşfetmeleri için bolca fırsat yaratmaktır. Serbest oyunlar, hayali oyunlar, akıl oyunları, rol oyunları, fiziksel oyunlar… Bırakalım çocuklar oyunlar oynasınlar, her oyunu deneyimlesinler ve erken yaşlarından itibaren onları hayata hazırlayan temel becerilerle buluşsunlar…

İlk Eğitim ailesine katılmak isteyen veya hizmetlerimiz hakkında detaylı bilgi almak isteyen ebeveynlerimiz ve eğitmenlerimiz; web sitemizde yer alan başvuru formlarını doldurarak bize ulaşabilirler.

Leave a comment

× Whatsapp